a-ke-pe tahakkümü altındaki Türkiye, hızla batmakta olan bir gemiye benziyor... 1997 tarihli TITANIC filminde de yönetmen James Cameron bu sahneyi gösterdi: Hartley (yukarıdaki orkestra resminde ortada yer alan figür) müzisyenlerini bir araya topladı. Bir kaç dakika içinde bu adamlar kararlarını vermişlerdi. Bu sekiz vakur ve onurlu insanın adları, orkestra şefi Wallace Hartley'den başka Theodore Brailey, Roger Bricoux, John Clarke, Jock Hume, Georges Krins, Percy Taylor ve John Woodward. John Woodward'ın günümüze kalan bir resmi ne yazık ki yok. Ancak bu sekiz cesur ve vakur insandan yedi tanesinin resimlerini yukarıda görebilirsiniz. Bu sekiz adam, bir araya gelip karar verdikten hemen sonra kamaralarına gidip enstrümanlarını aldılar ve güverteye geri geldiler. Batmakta olan Titanic'te son bir canlı konser vereceklerdi. O kazadan kurtulmayı başaran görgü tanıklarının ifadelerine göre, müzisyenler son dakikaya kadar çalmaya devam etmişlerdir. "Gemi batarken hala çalmaya devam eden orkestra" fikri ilk bakışta saçma, hatta aptalca gelebilir. Oysa hiç öyle değil! O insanlar, bu dünyadan ayrılırken bile "en iyi bildikleri şeyi yapmayı ve bu sayede kendilerine saygılarını en son ana kadar korumayı" seçmişlerdi. Bu sayede kendilerini ve etraflarındaki insanları panikten ve ölüm korkusundan uzak tutmaya çalıştılar. Ve büyük bir ihtimalle de son nefeslerini verirlerken artık korkularından eser kalmamıştı. Ahlak, vicdan ve akıl sahibi biz iyi insanların hayatlarını cehenneme çevirmeye ahdetmiş bu cemaatçi, ümmetçi, a-ke-pe'li güruhun ve onlara arka çıkmayı marifet sanan yandaş ve liboş yalakaların bütün melanet ve hıyanet çabalarına karşı bizim öncelikle yapmamız gereken şey işte budur: Karşımızdaki bu cemaatçi, ümmetçi, a-ke-pe'li güruhun ve onlara arka çıkmayı marifet sanan yandaş ve liboş yalakaların; cebren ve hileyle elde ettikleri bütün mali, siyasi ve toplumsal güce ve toplumun geri kalanı üzerinde uygulamakta oldukları bütün baskılara rağmen; konuşur ve yazarken hala ne büyük bir öfkeye kapıldıklarını, ağızlarından tükürükler saçarak nasıl da küfürler ve hakaretler ettiklerini ve hatta sanki bu kötülükleri yapan onlar değilmiş gibi hala "haksızlığa uğramış masum insan" pozları takındıklarına değinmiştik. Teorik temeli, Hitler'in propaganda bakanı Göbbels'e kadar uzanan bir psikolojik savaş taktiğidir bu! Böyle alçakça bir psikolojik saldırıya maruz kaldığımızda başvurulacak en etkili yol, "mizah duygumuzu" kullanarak "bu adamları ciddiye almadığımızı" göstermek olmalı... Karşımızdaki bu güruh, entellektüel ve ahlaki manada hiç bir tutarlılıkları olmadığını, sağlam bir bilgi birikimine sahip olmadıklarını içten içe biliyorlar. "Ciddiye alınmak" ve "adam yerine konulmak" için dayanılmaz bir açlık içindedirler. İşte tam da bu yüzden kendilerine saygıları ve güvenleri yoktur. Doğru dürüst Türkçe bile konuşamayan, Lise 1'de olsalar mantık ve matematik dersinden geçemeyecek kadar mantıktan ve izandan yoksun bu tiplerin, yalaka medya organlarında bu konumlara gelebilmeleri ancak "Başların ayak, ayakların baş olabildiği" bir Türkiye'de mümkün olabilmiştir. O halde, yandaş ve liboşlara karşı takınılacak en doğru tavır, onları ciddiye almamak, onların söyledikleri herşeyin "değersiz ve anlamsız" olduğunu bilerek hareket etmek olacaktır. |
facebook'ta paylaş! |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.